CHP’li Öztrak: Bu yaşadıklarımız demokrasiye darbedir, terördür

CHP’li Öztrak: Bu yaşadıklarımız demokrasiye darbedir, terördür

CHP Sözcüsü Faik Öztrak CHP MYK gündemi ile ilgili basın toplantısı düzenledi.

Öztrak’ın açıklamalarından satır başları şöyle:

Bu gün Merkez Yönetim Kurulumuzun gündeminde 2018’de tek adam vesayet rejimine fiilen geçildikten sonra Hızla derinleşen; “Devlet krizi”, “ekonomik kriz” Bunlara geçtiğimiz yıl eklenen “korona salgını”yla, ülkemizin içine düştüğü “ağır buhran”, ve bunun yarattığı “toplumsal tahribat” vardı. Tek adam vesayet rejimi, devletimizi felç etti Bundan 2 bin 300 yıl önce yaşamış büyük bir bilge, Aristo; “Devlet, Toplumun tam ve doyurucu bir yaşam sürmesi için vardır. Devletin amacı, yalnızca yaşamayı olanaklı kılmak değildir, yaşamaya değer bir yaşamı kurmaktır” diyor.

Bu ucube vesayet rejiminde devlet, bırakın vatandaşlarımıza “yaşamaya değer bir yaşam” kurmayı, vatandaşlarımızın yaşamını dahi koruyamıyor.

Devlet krizinin zirve yaptığı son yıllarda, Türkiye’nin göbeğinde, başkentimizde, ana muhalefet partisi liderine linç girişiminde bulunuluyor.

Mafya artıkları ve çeteler, siyasetçilere, gazetecilere olmadık tehditler savuruyor.

Yetmiyor kalleş saldırılar düzenleyebiliyor. Hükümet ise bu terör saldırılarını seyrediyor. Ufak ortağı ise mafya bozuntularına sahip çıkıyor. Bıyık altından sırıtarak olan bitenden keyif alıyor.

Geçtiğimiz Cuma günü uzaktan kumandalı çeteler, Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ’a, Orhan Uğuroğlu ile Afşin Hatipoğlu’na kalleşçe saldırdılar. Aynı gün içinde gerçekleştirilen ve organize olduğu açıkça belli olan bu saldırıların amacı; Demokrasimizin, basın özgürlüğünün ve siyasetin özgürce yapılmasının önünü kesmektir.

Bu yaşadıklarımız sıradan olaylar değildir. Demokrasiye darbedir, terördür. Bunlar vakayı adiyeden değildir. Biz bu saldırıları lanetliyoruz. Saray hükümetinin failleri bir an önce yakalayarak, yargıya teslim etmesini, yargının da hızla gereğini yapmasını bekliyoruz.

Çok açık söylüyorum: Bu saldırıları cesaretlendiren, saray ortaklarının kirli siyasi dilidir. Saldırganlara ve tehdit savuranlara gösterilen hoşgörü, hatta esirgenmeyen siyasi himayedir.

Bu ülkenin ana muhalefet partisi lideri tehdit edilince, sinsice el ovuşturup, sessiz kalanlar, Cumhurbaşkanı zırhına sığınan AK Parti Genel Başkanına “sözde” denince bir bardak suda fırtınalar kopardılar. Sayın Genel Başkanımıza, Çubuk’ta düzenlenen linç girişiminden sonra ne yapıldı? Yine çok yakın zamanda, bir mafya bozuntusunun tehditlerine karşı yargı ne yaptı? Siyaset kurumu ne yaptı?

Beylerden tehditlere karşı bir ortak tavır almalarını bıraktık, Sarayın küçük ortağı, tehditler savuran mafya artığını sahiplendi.

İşte bugün mafya artıkları ve çeteler, başkentte terör estiriyorsa, bu kadar pervasızca sahne alabiliyorsa, bunun arkasında sarayın, bu olaylar karşısındaki meflûç tavrı, yurttaşların güvenliğini sağlama konusundaki yetersizliği vardır.

Mafya ve çeteler başkentte, peki devlet nerede? Devletin polisi nerede? Yargısı nerede? Bu saldırıların tüm failleri ve azmettiricileri nerede? Şüphelilerin gözaltına alınıp bırakılması tiyatroları yetmez. Bu organize terör saldırılarının, en kısa sürede tüm yönleriyle aydınlatılması gerekir.

Diğer taraftan, Genel Başkanımızın TBMM kürsüsünden yaptığı konuşmaları içeren “FETÖ’nün Siyasi Ayağı” kitapçığımız nedeniyle MYK’mızın en genç kadın üyesi olan ve milletvekili olmayan arkadaşımıza açılan dava da Saray’ın şahsım vesayet rejiminin muhalefete siyaset yaptırmama, demokratik siyasetin önünü kesme çabasının en müşahhas örneklerinden biridir.

Terörden medet umanları çok açıkça uyarıyoruz. Dikişleri tutmayan bu ucube rejim elbisesini, memleketimizin üzerine uymayan bu deli gömleğini, silahla, sopayla, tehditle, şantajla, Türkiye’nin üzerine uyduracağınızı sanıyorsanız, çok yanılıyorsunuz. Bu çabanız beyhudedir.

“Yanlış bir haritayla, Doğru bir hedefe ulaşılmaz.” Biz, milletimize güveniyoruz. Gücümüzü milletten alıyoruz. Milletimiz sizlerin ne yaptığını görüyor. Notunuzu veriyor. Sabırsızlıkla beklediği sandıkta, bu beceriksizliğe, bu rezilliklere, bu pespayeliğe dur diyecek. Emaneti işin ehline, Cumhuriyet Halk Partisi’ne ve Millet İttifakına verecek.

Ülkemizde insanlarımızın canını tehlikeye atan, bir diğer önemli tehdit ise salgın… Salgın da çok kötü yönetildi. Salgının yükü fedakâr sağlık çalışanlarımızın omuzlarında kaldı. Saray ise vaka sayısı hasta sayısı oyunlarıyla kendine vitrin yapmaya çabaladı. Yüzlerce sağlık çalışanımızı kaybettik. Aşı süreci de çok kötü yönetiliyor.

Aşıda tüm dünya zamana karşı yarışıyor. Bazı ülkeler nüfusunun yüzde 20’sini aşıladı bile. Ama biz bu yarışta maalesef çok geride kaldık. Aşıların 11 Aralık’ta geleceği söylendi. Ama aşılama ancak 13 Ocak’ta başlayabildi. 11 Aralık’tan bu güne, 8 bin 20 yurttaşımızı kaybettik. Bu gerçekten çok korkunç bir tablo…

Hani bu ucube tek adam vesayet rejiminde; Kararlar son derece hızlı alınacaktı? Maalesef “şahsım vesayet rejiminde”, her alanda olduğu gibi aşıda da tam bir fiyasko yaşandı.

Tüm dünya hükümetleri aşılamadaki yarışı görerek, yurttaşlarına pek çok farklı kaynaktan aşı tedarik etti. Saray ise sadece Çin’den yani tek bir kaynaktan, o da topu topu 3 milyon doz aşı getirmiş gözüküyor.

Yani gelen aşı sadece 1,5 milyon yurttaşımıza yetecek kadar. Maalesef ne yeterince aşı bağlantısı, ne de aşı çeşitlendirmesi yapılabildi. Neden yapılmadı? Para mı yoktu? Planlama mı yapılamadı? Gelen aşılar için kaç para verildi? Bunları bilmiyoruz. Ama ortada bir beceriksizlik, yeni bir yandaş kayırma çabası olduğu açık…

Alman aşısının gelip gelmeyeceği konusunda, hükümetin kafası hala karışık… Bakan “Anlaşmayı yaptık” dedi. Erdoğan “Nihai kararı henüz vermedik” dedi. Yani tam bir curcunadır gidiyor. Salgına karşı toplumsal bağışıklık kazanmamız için, Nüfusun en az yüzde 60’ını aşılamak gerekiyor. Yani, 4,5 milyon Suriyeli ile beraber, en az 105 milyon doz aşıya ihtiyaç var.

Peki, gelen ne kadar? Sadece 3 milyon doz.Geriye kalan 102 milyon doz aşı ne zaman gelecek? Onu kimse bilmiyor. Hükümet de bilmiyor. Oysa Sağlık Bakanı geçtiğimiz Aralık ayının başında, “Aralık ayında 10 milyon, Ama muhtemelen 20 milyon temin etmiş olacağız. Ocak ayında 20 milyon, Şubat ayında ise 10 milyon doz aşı temin etmiş olacağız” diyordu.

Ocak ayının ortasını geçtik. Yaklaşık 40 milyon doz aşının şu ana kadar gelmiş olması gerekiyordu. Geldi mi? Hayır. Şahsım hükümetinin başı ayrı rakamlar üflüyor, bakanı ayrı rakamlar üflüyor.

Gelen çok sınırlı sayıda aşının ilk aşamada sağlık çalışanlarına, bakım evlerinde kalanlara, 85 yaş üzerinden başlayarak, 65 yaş ve üstü olanlara yapılacağı söylendi. Ama aşı konusunda herkesin gönlünü rahat tutacağı, bir aşılama takvimi hala ortada yok.

Peki, ne var? Özendirici kampanyalar var. Olmayan aşının tanıtım kampanyası mı olur? Millet aşıdan kaçmıyor ki, tam tersine aşıyı bekliyor. Siz getirin yeter. Devletin görevi aşıda özendirici kampanya yapmak değildir. Devletin görevi vatandaşına en kısa sürede aşı yapmaktır. Bu ülkede hükümet yalakası şarkıcıların, türkücülerin aşıda ne önceliği var? Bu ülkede genç AK Parti MKYK üyelerinin ne önceliği var? Genç AK Partili Belediye Meclis üyelerinin ne önceliği var? Daha pek çok doktora, sağlık çalışanına, Güvenlik görevlisine aşı yapılmadan, bunlara aşı neden yapıldı? Bari aşıda kayırmacılık yapmayın.

Sayın Genel Başkanımız, “Vatandaş Kemal Kılıçdaroğlu” olarak, mutlaka aşı olacağını ifade etti. Ama önceliğin sağlık çalışanlarının aşılanması olduğunu da söyledi. Genel Başkanımızın ve partimizin düşüncesi, eldeki sınırlı sayıdaki aşının önce sağlık çalışanları için kullanılmasıdır.

Cumhuriyet tarihimizin en ağır buhranlarından birini yaşıyoruz. Ekonomimiz entübe. Çiftçilerimiz entübe. Emekçilerimiz entübe. Esnaflarımız entübe.

Esnaflarımız cinnet getiriyor. Bundan 20 yıl önce başbakanlığın önünde kasa atan esnaf, şimdi Ankara kalesinin duvarlarından kaldırıp kendini atıyor.

Çanakkale’de 28 yaşında bir genç, “Hayattan bir beklentim kalmadı, bundan sonrası için de ümidim yok” diyerek canına kıymaya kalkıyor. Bu ülkenin insanları, saraya canıyla ihtarname çekiyor. Ama duyan yok. Milletin feryadı Sarayın duvarlarını aşamıyor. Geçtiğimiz hafta, Cumhuriyet Halk Partisi Ekonomi Masası olarak, Ankara’nın Polatlı ilçesindeydik. Esnaflarımızla, çiftçilerimizle, üreticilerimizle bir araya geldik. Türkiye’de hangi sorun varsa Polatlı’da da o var.

Polatlı’da esnaf çok dertli… Esnaflarımız “sicil affı” istiyor. Bankalardan ve Esnaf Kefalet’ten alınan kredilerin, faizsiz ertelenmesini talep ediyor.

Esnafımız; “Bana göstermelik değil, yeterli destek ver” diyor. Polatlı demek aynı zamanda tarım demek, besicilik demek… Besici haykırıyor: “7 bin – 7 bin 500 liraya aldığım hayvana, yıl boyunca 5-6 bin liralık yem veriyorum. Buna karşın karkas etin kilosunu 33 liradan satıyorum. Ettiğim masraf 13 bin lira. Elime bir hayvandan geçen para 10 bin lira. Ben nasıl ayakta kalacağım” diyor. Besicilerimiz artık usanmış, köylerini terk ediyor.

Polatlı, ülkemizin soğan üretiminde en önemli merkezlerinden biri… Sezonda 1 lira 40 kuruşu gören soğan, şimdi 70 kuruşlara kadar düşmüş. Fiyat, üreticinin maliyetini karşılamıyor.

Bir çiftçimiz, “Kilosuna 90 kuruş masraf ettiğim soğan, 70 kuruşa satılıyor” diye şikâyet ediyor.

Lokantalar kapanınca, Turizm sekteye uğrayınca, soğan talebinde de ciddi düşüş yaşanmış.

Bir başka çiftçimiz, “İki yıl önce Mısır’dan çöpe atılacak soğanları getirdiler. Getirdikleri paranın da altına sattılar. Tarım Kredi görev zararı yazdı. Bugün biz zararımızı nereye yazalım?” diye, Tarım Bakanı’na soruyor. Bu işin üretim tarafı… Bir de depoculuk tarafı var. Hani AK Parti Genel Başkanı tarafından terörist ilan edilen depocularımız…

Depocular geçen dönemde getirilen ihracat kısıtlamasının kendilerini köşeye sıkıştırdığını anlatıyor. “Tek kurtuluşumuz ihracat” diyor.

Soğan ucuz; Ama taşıma maliyetleri alıp başını gitmiş. Binlerce dolarlık konteyner fiyatları soğan ihracatını engelliyor.

Yurtdışına mal göndermek pahalı da, yurt içine mal göndermek ucuz mu? Hayır. Şoförler Odası özellikle İstanbul’a gönderecekleri mallardaki yol ve köprü geçiş paralarından mustarip. Mazot fiyatları da almış başını gitmiş. İstanbul’a kimse mal götürmek istemiyor. Kamyoncu esnafı acil olarak mazotta ÖTV kalksın istiyor.

Cefakâr çiftçimiz, Saray Hükümetinden görmediğini, Ankara Büyükşehir Belediyemizden görmüş. Belediyemiz nohutta yaptığı destek alımlarıyla, Ankara’da nohut üreticisini tüccarın tahakkümünden kurtarmış. Rahat bir nefes aldırmış. CHP umut olmuş.

Polatlı da bir üreticimizin söyledikleri, Türkiye’de son iki yıldır yaşadığımız devlet krizinin en güzel özetiydi.

Üreticimiz şunu diyor:

“Adalet mülkün temelidir. Adalet yoksa her şey çöker kardeşim. Siz düzgün kurallar koyun, biz uyarız. Biz Kral istemiyoruz. Kural istiyoruz.”

Vatandaşın son cümlesini tekrarlıyorum. “Biz Kral istemiyoruz, kural istiyoruz”

Üretici sonuna kadar haklı… Kuralın olduğu yerde öngörülebilirlik olur. Öngörülebilirliğin olduğu yerde güven olur. Güven olan yerde yatırım olur, üretim olur.

Ama kendini kral sananların yönettiği bir ekonomide, kural olmaz, keyfilik olur. Keyfi kararların alındığı bir ekonomide bu ülkenin bereketli toprakları bırakılır, Sudan’da, Nijer’de tarım yapılır. Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bizim parolamız bellidir: “Kendi ülkemizde, kendi toprağımızda, kendi çiftçilerimizle üretim!”

Biz çiftçimizi ve tarımı koruyacağız. Tarımsal üretimi planlı yapacağız. Derde derman olacak desteklerle, çiftçimizin yanında olacağız. Üretici tarlasına tohumu atarken, ürününü kaça satacağını bilecek.

Ortalık satılık otel ilanından geçilmiyor. Gazeteler “Beş Yıldızlı İflas” diye başlık atıyor. Bankalar turizmin merkezi Antalya’yı takibe almış. Turizm sektörü çığ gibi artan borçların gölgesinde… Sadece Antalya’daki otellerin bankalara borcu, 6 milyar 700 milyon dolara ulaşmış.

Turizmciler, banka borçlarının yeniden yapılandırılmasını istiyor.

Turizm deyince Turizm ve Seyahat Acentalarını unutmamak gerekir. Otellerimiz turizmin çiçek bahçesiyse, seyahat acentalarımız, o bahçenin arılarıdır.

2020’de bahçede çiçekler açmadı. Arılar da bal yapamadı. Belki 2021’de çiçekler yeniden açacak, ama hükümet bir şeyler yapmazsa, ortada bal yapacak arı kalmayacak. Ya da birilerinin birkaç arısı kalacak, onların balı da belki saray sosyetesine yetecek ama millete yetmeyecek.

Önümüzdeki yıllarda turizm sektörü felç olacak. Bu soğan üreticisinden, hediyelik eşyacısına, lokantacısından, garsonuna, esnafı, sanayiciyi herkesi etkileyecek.

Dertler derya olmuş, vatandaşlarımız da birer sandal. Vatandaşlarımız dert deryasında devrilip, batmamaya, ayakta kalmaya uğraşıyor.

Hayat pahalılığı milletimizi inim inim inletiyor. TÜİK’in enflasyonuyla, çarşı pazarın enflasyonu arasındaki makas ikiye katlanmış.

İzahı olmayan şeylerin mizahı olur. Şahsım hükümetiyle ülkemiz “kara mizah” ülkesi oldu. Raflarda ayçiçek yağı, artık tek taş pırlanta muamelesi görüyor. Gençlerimiz tek taş pırlantayı bırakıp, 5 litrelik ayçiçek yağıyla evlilik teklifi yapmaya başlamış.

Ama üretici dernekleri ham maddedeki son fiyat artışlarının, raf fiyatlarına henüz yansımadığını söylüyor. Maliyetlerdeki artışa bağlı olarak, sıvı yağa yüzde 20 yeni zam geleceği söyleniyor.

Yine market raflarında bir litrelik pastörize sütün fiyatı, 8 liraya dayandı. Karton yumurtanın fiyatı, tavuğun fiyatını geçti. Milletimiz, “Tavuk horozdan boşanmış, nafakasını biz ödüyoruz” diye isyan ediyor.

Bugüne kadar hiç görmediğimiz açlığı, şimdi görüyoruz. Millet öğün atlayarak ayakta durmaya çalışıyor. Çöp konteynerlerinden, pazar döküntülerinden rızkını toplayan vatandaşlarımızın görüntüleri sıradanlaştı.

Sayın Erdoğan, 18 yıl yönettiğiniz ülkede insanlarımız pazar artıklarından, çöpten topladıkları meyve, sebzeyle evine rızık götürmeye çalışıyorsa, faturasını ödeyemediği için elektriği kesilenlerin sayısı milyonlarla ifade ediliyorsa, millet sayenizde “askıda kuru ekmeği” gözlüyorsa, pek çok emeklimizin maaşı asgari ücretin bile altındaysa, asgari ücret de yoksulluk sınırının altındaysa, hükümetiniz bunun sorumlusu değil mi?

Anadolu’nun kalbi Kayseri’de sadece son bir ayda 7 vatandaşımız canına kıydı. O Kayseri ki, Türkiye’nin zengin üretim merkezlerinden biriydi… Ama şimdi Kayserililer ucuz karnabahar ve elma için, şu karda kışta ucu görünmeyen kuyruklarda beklemeye başladı. Bu ülkede insanlarımız, ekmeğinden 1 lira artırmak için, Halk Ekmek kuyruklarında…

40 yıl öncesinin yağ, tüp kuyruklarını, yıllarca dillerinden düşürmediler. Şimdi; İş kuyrukları, ekmek kuyrukları, yardım kuyrukları, utanmadan “varlık kuyruğu” dedikleri, soğan, patates kuyrukları, ucuz meyve ve sebze kuyrukları ve hatta gasilhane kuyrukları ortadayken, ağızlarını bıçak açmıyor.

Ne oldu Sayın Erdoğan? Bunda hükümetinizin sorumluluğu yok mu? Yoksa bu kuyruklar Sarayınızdan görünmüyor mu?

Peki, 2011 seçimlerinden önce meydan meydan dolaşıp anlattığınız, devletin Kalkınma Planlarına bile koydurduğunuz bir “2023 hedefleri” vardı? Onlar ne oldu Sayın Erdoğan? Hala çıkıp, sıkılmadan, “2023 hedeflerine ulaşacağız” diyorsunuz da, o hedeflerin ne olduğunu artık neden söyleyemiyorsunuz? Ne oldu Sayın Erdoğan? Dilinizi mi yuttunuz.

Bundan 10 yıl önce millete; “2023’te 2 trilyon dolar milli gelir” vadediyordunuz. Şimdi altına imza attığınız Orta Vadeli Program’da, “2023’te Milli Gelir 875 milyar dolar olacak” diyorsunuz. 2 trilyon dolarlık milli gelir hedefine ne oldu Sayın Erdoğan? Bundan 10 yıl önce aynı meydanlarda “2023’te kişi başına Milli Gelir 25 bin dolar olacak” diyordunuz. Şimdi, “Ancak 10 bin dolar olur” diyorsunuz. Aradaki 15 bin dolarlık fark nereye gitti Sayın Erdoğan? Milletin boğazından kesilen paralarla Saray mı yaptınız?

Ama bir hedefi de ikiye katladınız. “2023’te işsizliği yüzde 5’e düşüreceğiz” diyordunuz. Şimdi “Yüzde 11 olacak” diyorsunuz. Bir de çıkıp “Vizyon hedefleri olan tek parti biziz” diyorsunuz. Bu sonuçlar sizin misyonunuzun da vizyonunuzun da kalmadığını gösteriyor. Size soruyoruz; Alametifarikanız olan, 2023 Hedefleri ne oldu Sayın Erdoğan

Müteahhit neyi taahhüt ettiğini bilir, taahhüdünü yerine getiremeyen müteahhit de bedelini öder. Milletimiz neyi taahhüt ettiğinizi biliyor, neyi yapabileceğinizi de gördü, notunuzu verdi, yerinizi göstermek için önüne gelecek sandığı sabırsızlıkla bekliyor.

Bütçe dengesi de hızla bozuluyor. 2020’de 139 milyar lira olması hedeflenen bütçe açığı, 173 milyar lira oldu. Ama Bakan, “2020 yılı bütçe açığımız, hedeflenen 239 milyar liranın altında, 173 milyar lira olarak gerçekleşti. 66 milyarlık tasarruf sağladık” diye övünüyor.

Sayın Bakan; Devlet Planlama Teşkilatı kökenlidir. Bütçe hedefi nedir, program gerçekleşme tahmini nedir bilir. Bu ifadeyi yadırgadığımı belirtmek isterim.

TBMM’den geçen bütçe hedeflerine göre, bütçede bırakın tasarruf yapılmayı, 34 milyar lira daha fazla açık verilmiştir. Bu açık için de daha fazla borçlanmak zorunda kalınmıştır.

Sayın Bakanı uyarmak da bizim görevimiz. Bütçe gerçekleşmesinin iki ay önceki tahminin altında kalmasının nedeni vergi gelirlerindeki hormonlu artıştır. Ucuz krediyle, öne çekilen araba ve ev satışlarının yol açtığı vergi artışının, bu yıl da tekrarlanması imkanı kalmamıştır. Bankaların borç verecek mecali kalmadı. Faizler aldı başını gitti. Hesabınızı bu yıl ona göre yapın.

Yine ekonomi yönetimi söylemiyor ama biz söyleyelim. 2020’de, 66 milyon lira fazla vermesi hedeflenen faiz dışı denge; 38 milyar 780 milyon lira açık verdi. Faiz dışı bütçe dengesi son iki yıldır üst üste açık veriyor. Böyle bir durumla 1993’den bu yana karşılaşmadık. Son iki yıldır, faiz ödemek için de, borçlanmak zorunda kalıyoruz. Yine son iki yıldır, “ikiz açık” sorunu dediğimiz, Hem “dış açık”, hem de “iç açık” sorunuyla karşı karşıyayız.

Salgın nedeniyle böyle bir tabloyla karşılaştık desek, bütçeden verilen doğru dürüst bir destek de yok. Bize benzer ekonomiler içinde, vatandaşına, bütçeden en az destek veren ekonomilerden birisi Türkiye.

2020 Bütçesinden verilen karşılıksız gelir desteği, topu topu 6,4 milyar lira. Millete destek yerine, borç verdiler.

Peki, bütçeden geçilmeyen köprü, otoyol için, beş havuz müteahhidine ödenen döviz garantili gelir ne kadar? 13 milyar 902 milyon lira.

Tekrar ediyorum; Millete salgında vere vere 6 milyar lira, beş havuz müteahhidine yaklaşık 14 milyar lira… Beş havuz müteahhidine bütçeden verilen para, salgında tüm millete verilen desteğin iki katından fazla.

Salgın dönemindeyiz. Milletin evinde internet yok, çoluğunun çocuğunun tableti yok, bilgisayarı yok. Çocuklar uzaktan eğitim alamıyor. Ama 2020’de Eğitim harcamalarından 766 milyon lira kesip, beş müteahhide azık yapmışlar. Çocukların eğitiminden kesip, beş müteahhide vermişler. Bu nasıl bir vicdandır, bu nasıl bir izandır…

Koskoca bir kuşağı hükümetin beceriksizliği yüzünden, göz göre göre kaybediyoruz.

Bunlarda vicdan, izan olmadığını biliyoruz. Milleti kuru ekmeğe muhtaç edenler, yazlık Sarayları için 640 milyon 500 bin lira, kışlık Sarayları için 99 milyon lira, Ankara’daki saraylarının ek binaları için de 3 milyar lira, kaynak tahsis ediyorlar. O da şimdilik… Bu hesabın içinde uçan, kaçan saraylar da yok.

Sonra da çıkıp, millete tasarruftan bahsediyorlar. Tasarruf millete, debdebe israf beylere…

Kayınpeder, damat bir olup, Merkez Bankasının 128 milyar dolarını buharlaştırdılar. Şimdi damat ortada yok. “Allah sonumuzu hayır eylesin” dedi, kaçıp gitti.

Bu 128 milyar dolar; esnafa gitmedi, çiftçiye gitmedi, işçiye gitmedi, emekliye gitmedi, peki, bu para nereye gitti? Cevap yok…

“Faiz sebep, enflasyon neticedir” deyip, uğruna 128 milyar doları gözlerini kırpmadan harcadılar. İki Merkez Bankası Başkanını yaktılar. Para bitti, damat gitti, iki ayda TCMB faizlerini 7 puana yakın artırdılar. Şu anda TCMB’nin politika faizi yüzde 17.

Dünya üzerinde, en yüksek politika faizine sahip 10. ekonomiyiz. Önümüzdekiler Venezüella, Arjantin, Zimbabve, Yemen, Liberya gibi ülkeler. Yüksek faizde şampiyonlar ligindeyiz.

Peki, bunun sorumlusu kim? “Ekonominin başında ben varım, ben” diyen Erdoğan. Şimdi aynı Erdoğan, yeniden “Yüksek faiz sebep, yüksek enflasyon neticedir” demeye, bankaları haşlamaya başladı.

Madem öyleydi… Damadın kellesini neden aldın? Şimdi de kellesini alma sırası, yeni ekonomi yönetimine mi geldi?

Çok açık söylüyoruz. Ekonominin rahatlaması için, görevden ayrılması gereken kişi Recep Tayyip Erdoğan’dır.

Milletimiz sandıkta bunu yapacaktır. Milletimiz bu kifayetsiz yönetime, sandıkta notunu vermek, evlerine göndermek için artık gün saymaktadır. Mazlumların ahı pahasına, sadece kendilerine ve yandaşlarına hayrı dokunan, bu ucube tek adam vesayet rejimi ilk sandıkta bitecektir.

Milletimizin teveccühüyle, Cumhuriyet Halk Partisi ülkemizi aydınlığa çıkarmaya hazırdır. Biz hazırız. Dostlarımız hazır. Milletimiz hazır.

Paylaş